Ord. Prof. Op. Dr. Cemil Topuzlu

İstanbul Tıp Fakültesi’nin kurucu dekanı; genel cerrahi anabilim dalının kurucusu ve ilk başkanı; işçilik ve eczacılık okullarının kurucusu olan Ord. Prof. Op. Dr. Cemil Topuzlu dünya cerrahi tarihinde ilk defa, ameliyat sırasında kesilen atardamarları bağlamadan dikmesiyle tanınır. Türkiye’de radyoterapinin üç öncüsünden biridir.

Cerrah arkadaşlarımdan birinin sünnet hakkında son zamanda çıkan bir beyanatını okudum. Sonuç itibarıyla şöyle diyordu: “Sünnet zararlı neticeler vermez. Sünnetten kimsenin öldüğünü bilmiyorum, yapılması faydalıdır.”

Ben bu beyanatı pek doğru bulmuyorum. Pekâlâ biliyoruz ki, bugün biz Müslümanlar şu iptidai âdeti, sağlık için değil, sırf din için sürdürüyoruz. Hıristiyanların vaftiz töreni yapmaları gibi biz de çocuklarımızı sünnet ettiriyoruz. Hıristiyanlar vaftiz töreni yapmakla vücutlarındaki azalardan birini kaybetmezler. Halbuki biz Müslümanlar sadece mühim bir uzvumuzu kaybetmekle kalmayıp bir de ıstırap çekiyoruz. Sakat kalmak ve hatta ölmek tehlikesine bile maruz kalıyoruz. En garibi de, pek çok insan, sünnetin dinimizce farz olduğunu ve sünnet olunmaz ise Müslüman olamayacağını zanneder. Halbuki peygamberimiz sünneti farz yapmadığı, yani kati surette emretmediği gibi kendisi de sünnet olmamıştır. Eski zamanlarda sıhhat bilgisi olmadığı için sünnet bir dereceye kadar tavsiye edilebilirdi. Fakat şu asırda, laik cumhuriyet devrinde, bu gayet gülünç ve iptidai operasyonun hiçbir değeri, hiçbir yeri olmamalıdır. 



Bununla beraber çocuklarımızda yaptırdığımız şu dini merasim hiç de zannedildiği gibi büsbütün tehlikesiz değildir. Sünnet ameliyesinin neticesi kırk beş seneden beri tesadüf ettiğim feci vakalar pek çoktur. Hatta geçen sene Anadolu’dan gelen sünnetli bir çocuğun tenasül azasında (cinsel organında) kangren oluştuğunu ve bilahare septisemiden (kan zehirlenmesi) öldüğüne şahit oldum.

Bundan otuz kırk sene evvel padişahlar [kendi] çocuklarını sünnet ettirdikleri zaman İstanbul’da [toplu] sünnet düğünleri yaparlardı; ben bu [toplu] sünnet düğünlerinin ikisinde sünnetçi ve müfettiş olarak bulundum. Sekiz on bin çocuk bir hafta zarfında Yıldız Sarayı’nda ve İstanbul’daki birçok büyük hastanede sünnet edilirdi. Abdülhamit’in ikinci sünnet düğününde üç çocuğun öldüğünü hatırlıyorum. Biri tetanostan, biri emorrajiden (kanamadan), üçüncüsü de kangren ve enfeksiyondan ölmüştü. Ölen çocuklardan başka, sekiz on çocuğun glansının kesilerek sakat kaldığını ve yüzlerce çocuğun aylarca ıstırap çekip yaralarının bir türlü iyileşmediğini gördüm. Bugün [1935 yılında] memleketimizde her sene yüz binlerce çocuk sünnet ediliyor. Muhakkak surette içlerinden ölenler, sakat kalanlar vardır. Elimizde bu hususta yapılmış bir istatistik bulunmadığından bu biçare çocukların miktarını bilmiyoruz.

Biliyorsunuz ki, sünnet için halkımız cerrahlara nadiren müracaat eder. Şu halde senede ancak on veya on beş çocuğu sünnet etmekte olan tabip sünnet ameliyesinin tehlikesiz, arızasız olduğunu iddia etmemelidir. Her sene memleketimizde özellikle birtakım cahil sünnetçilerin sünnet ettiği binlerce biçare çocuğu gözünüzün önüne getiriniz. İşin vahametini o vakit daha iyi takdir edersiniz.

Güya sünnetin temizlik bakımından faydası varmış; sünnetsizlik yüzünden hastalıklar oluyormuş. Pekâla, bunu kabul edelim. Lakin binde bir kişide tesadüf olunan bu hastalıklar için bütün Müslüman çocukların mühim bir uzuvlarını hayatları bahasına ve din uğruna kestirmekte mana nedir? Bence ileride vukua gelmesi muhtemel hastalıklar için [çocuğu] sünnet ettirmek, ileride apandisiti patlar diye bütün çocuklarımızın apandisitlerini çıkartmayı tavsiye etmekten farklı değildir.

Arkadaşlar,
Din için yapılan şu sünnet ameliyesinin asla faydası olmayıp, bilakis kötülüğü ve tehlikesi aşikâr bulunduğunu sizin de benimle beraber tasdik edeceğinizden şüphem yoktur. Bunun bir an evvel yasaklanmasının çaresine teşebbüs etmek de biz tabiplere düşen en büyük bir vazifedir.

Cumhuriyetimiz laik bir cumhuriyettir. Herkes kendi dininde serbesttir. Ancak kendisini müdafaadan aciz ve hiçbir şeyden haberi olmayan birtakım küçük çocukları yakalayıp aldatarak din uğrunda mühim bir uzvundan mahrum [bırakmak] ve bazen de sakat [bırakıp] günlerce, aylarca ıstıraplara ve ölüm tehlikelerine bile maruz bırakmak doğru mudur?

On sekiz yaşını geçtikten sonra arzu eden bir erkek ister din için olsun isterse temizlik için olsun sünnet edilmesini isteyebilir; ve sünnet olsun buna hiçbir itirazım yok. Ancak masum çocuklara din perdesi altında ıstırap çektirmemeli. On sekiz yaşına kadar hiçbir çocuğa sünnet ameliyesi yapılmasına müsaade etmemeli.

Mukaddema Cemiyeti Tıbbiye-i Osmaniye ismini taşıyan bugünkü Türk Tıp Encümenimizde, Osmanlı İmparatorluğu zamanında, yani otuz sene evvel nadiren fenni müzakereler cereyan ediyordu. Bununla beraber o vakit hükümet, cemiyetimizden halk sağlığına ait işleri sorardı ve ara sıra da yine cemiyetimiz, hükümetten halk sağlığına dair birçok dileklerde bulunurdu. Yani bugünkü Tıp Encümeni, Fransa’daki “Academie de Medecine” (Tıp Akademisi) vazifesini yapardı.

Şimdi sizden bir ricam var. Eğer münasip görürseniz, laik Cumhuriyetimizin Sıhhiye Vekaleti (Sağlık Bakanlığı) nezdinde bu hususta teşebbüste bulunalım. Sünnet ameliyesinin Müslümanlık dininde farz olmadığına; pek iptidai ve tehlikeli bir âdet olduğuna; on sekiz yaşından evvel çocukların asla sünnet ettirilmemesi [gerektiğine] ve bu yaştan evvel sünnet ettiren ve sünnet ameliyesi yapan kimselerin cezalandırılmasına dair bir kanun tasarısı hazırlayıp, sünnet mevsimi olan ilkbahardan evvel Büyük Millet Meclisi’ne göndermesini isteyelim.

Ord. Prof. Op. Dr. Cemil Topuzlu'ya ait bu makale Türkiye Tıp Encümeni’nin 30 Kasım 1934 tarihli celsesinde tebliğ edilmiş ve Tıp Dünyası dergisinin 15 Mayıs 1935 tarihli sayısında yayımlanmıştır.

[Cemil Topuzlu, encümende verdiği tebliğden sonraki gelişmeleri anlatıyor]

Tebliğden sonra encümende bu mevzu üzerinde Dr. Niyazi İsmet, İhsan Sami, Haydar İbrahim, Ziya Nuri, Tevfik Salim, Abdülkadir, Ekrem Şerif, Esat Raşit, Osman Şerafettin gibi değerli arkadaşlarım lehte ve aleyhte söz almışlar ve birçok münakaşadan sonra, bilgisel gözden etüt etmek üzere bir komisyon teşkiline ve komisyonun hazırlayacağı raporun encümende müzakere edilmesine karar verilmiş ise de sekiz aydan beri hiçbir ses çıkmadı ve tamamıyla unutuldu.

Lehinde söz alan arkadaşlarım, temizlik, fimosis ve buna benzer bazı hastalıkların önünü aldığı gerekçesiyle sünnetin faydalı olduğunu ileri sürdülerse de hiçbir surette ikna edememişlerdir.

Öncelikle temizlik gerekçesini ele alalım. Güya sünnetli bir erkeğin temizlikle uğraşmasına gerek yokmuş; her daim temiz bir halde bulunurmuş. Temizlikten kaçınmak için ne garip bir tez!

İnsanlar her gün vücutlarının her tarafını ayrı ayrı temizlemiyorlar mı? Birkaç saniye de cinsel organlarını temizleseler ne kaybederler? Acaba biz bu hususta hayvanlardan daha mı aşağı kalmalıyız?

Günde bir defa ve birkaç saniye sürecek olan temizlenme işini yapmayıp da cinsel organın mühim bir parçasını kesip attırmakta hiçbir mantık yoktur. El ve ayaktaki tırnakları her gün temizlememek ve ara sıra kesmemek için tekmil tırnakları kökünden söküp mü çıkarırız? Sakal ve bıyıklarımızı tıraş etmemek için, radikal bir temizliğe gidip yanaklarımızdaki ve dudaklarımızdaki bütün deriyi yüzdürüp atar mıyız? Elbette hayır. O halde sünnetin bunlardan ne farkı var?

Yemen’de Müslüman bir kabilenin erkekleri, kendi mezhepleri gereğince, göbeklerinin altında bir daha kıl çıkmaması için derilerini yüzüp kestiriyorlarmış. Bundan otuz sene evvel İstanbul’a gelen ve bu usulde on sene evvel sünnet olup da yarası kapanmayan bir Yemenliyi tedavi etmiştim. Biçare halinden şikâyet etmiyordu. Böyle tehlikeli bir sünneti niçin yaptırdığını sordum. Bana, “Ne yapalım, dinimiz böyle emrediyor. Müslümanlıkta asıl sünnet budur. Yaptırmayanlar Müslüman değildir” dedi ve birçok faydasından dem vurup müdafaa etti. Ya maazallah dini telkinler neticesi bu âdeti bütün Müslümanlar kabul etmiş bulunsaydı halimiz nice olurdu?

Sünnetin fimosis ve buna benzer hastalıkların önüne geçeceği iddiasına gelince; bu gibi hastalıklara nadiren tesadüf olunur. Tedavi ile geçeceği gibi icap ederse vaktinde lazım gelen ameliyat ağrısız yapılır ve hastanın yarası da birkaç gün içinde zahmet çekmeden kapanır.

Din telkini altında olmaksızın sağduyuyla düşünelim. Sünnet olmamış on bin kişide birinin fimosise müptela olabileceğini ileri sürerek bütün erkek çocukları sünnet ettirmeyi [teklif etmek] ileride apandisit hastalığına uğramasınlar diye bütün insanların doğduktan sonra aşı yapılır gibi apandisitlerini çıkarmayı teklif etmekten ne farkı var?

Kapalı yerlerimizdeki kılları kaldırmak tıpkı sünnet gibi dini telkinler neticesi bizde köklenen garip bir âdettir. Her gün temizlik yapmayıp da az çok müziç kaşıntılara ve bazı kere de deri hastalıklarına da yol açan ağda, ustura ve zehirli ilaçlar kullanmak doğru mudur?

Çocuklarda sünnetin zararlı olmadığını iddia edenler de var. Tıp Encümeni’nde söylediğim gibi günlerce yaraları kapanmayarak ıstırap çekenlere, sakat kalanlara, hatta ölenlere bile tesadüf olunuyor. Hele sünnetten sonra sabaha kadar karyola içinde açık havada kalmalarından göğüs hastalıklarına yakalanan ve sinir hastalıklarına tutulan çocuklar pek çoktur. Bu gibi hastalıklar ekseriya sünnet günü biçare yavrunun şiddetli heyecan geçirmesinden ve pek çok korkmasından ileri geliyor.

Yedi sekiz yaşını geçmiş olan bazı çocuklar sünnet düğününü işitince birkaç gün evvel zayıflamaya başlar ve uykusuz kalırlar. Asla sünnet olmak istemezler. Düğün günü, ahırlara kümeslere varıncaya kadar her tarafa saklanırlar. Analarının boyunlarına sarılırlar. Mütemadiyen ağlar, bağırırlar, bu esnada tedarik edilen güçlü kuvvetli adamlar tarafından yakalanıp mezbahaya götürür gibi sünnetçinin önüne atılır. Evdeki analarla babalar, biçare yavrucuklar bayılır, bu müthiş korku neticesi birçok sinir hastalıkları baş gösterir.

Memleketimizde sünnet hakkında henüz resmi bir istatistik tutulmamış olduğundan ölen, sakat kalan ve sinir hastalıklarına tutulan çocukların doğru bir surette sayısını bilemiyoruz. Bunun tetkikini Sağlık Bakanlığı’ndan bekleriz.

Biraz da sünneti ekonomik tarafından düşünelim. Yurdumuzda sünnet düğünleri için pek çok para eriyip gidiyor. Sünnet düğünlerinde sünnet olan çocukların aileleri bile en az sekiz on lira harcarlar. Bu yüzden yurdumuzda her sene milyonlarca liralar berhava oluyor ve köylülerimiz de kaldıramayacak kadar pek ağır borç altına giriyorlar.

Yukarıdan beri anlattığım gibi, halkımız sünneti, başka bir düşünce ile değil, ancak din ve bahusus gayrimüslimlerden ayırt olmak için yapıyorlar. Halbuki dinimiz sünneti farz kılmamıştır. Peygamberimiz de sünnetsiz idi. Yahudilerden kalma bu âdet senelerce vuku bulan dini telkinler neticesi Müslümanlarda her nasılsa Hıristiyanlıktaki vaftiz gibi dinin temeli olmak üzere köklenip kalmıştır.

Sünnetin faydalı olduğunu iddia edenlere şunu da soruyorum: Bugün medeni dünyada pek çok terakki etmiş milyonlarca erkek sünnetsizdir. Hastalıklardan korunmak için insanların bir kısmını zorla kısırlaştırmaya kadar ileri giden milletler, bu kadar faydası olduğunu farz ettiğimiz sünneti niçin kendi erkek çocuklarına tatbik etmiyorlar? Bize benzememek için mi? Hayır! Bu medeni milletlerin sünneti kabul etmemeleri, edindikleri derin tecrübeler ve ilmi tetkikler neticesi sünnetin zerre kadar faydası olmadığına kanaat getirmiş olmalarından ileri geldiğine şek ve şüphe yoktur.

İşte bu düşünce ile Tıp Encümeni’nde sünnetin faydası olmadıktan başka zararlarından ve biçare yavrularımızın ıstırap çektiklerinden uzun uzadıya bahsettim. Sonunda, on sekiz yaşından evvel çocuklarımızın asla sünnet ettirilmemesi ve bu yaştan evvel sünnet yapan ve yaptıran kimselerin cezalandırılmasına dair bir kanun tasarısı hazırlaması için Sağlık Bakanlığı nezdinde teşebbüste bulunmayı teklif ettim. Yoksa ben sünneti büsbütün yasaklamak tarafını iltizam etmedim. İsteyenler, ister temizlik, ister din için olsun aklı başına geldikten sonra yaptırsın, yani on sekiz yaşından sonra.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder